Her yazar anlatmaya önce kendinden başlar. Anıları, tecrübeleri ve kayıpları hayal dünyasının kapısını aralar. Belleğindeki birikimi yeteneğiyle birlikte örer. Varolmayan ama var olmaya müsait bir kurguya imza atar. Son Osmanlı sultanlarından V. Murad’ın torunu olan Kenize Mourad’ın (Murad) da önce gazetecilikle başlayan ardından yazarlığa dönüşen yazı macerası böyle ortaya çıkıyor. Mourad, romanları ve anlatılarıyla yapılan haksızlıkları, unutulmaması gereken kahramanlıkları geçmiş zamanın sarmaşıklaşmış kolları arasından çekip çıkarıyor. Kalemi, yalnızca ailesi ve atalarıyla değil, soyundan geldiği Osmanlı hanedanının sınırları kadar geniş bir coğrafyayla ilgileniyor. Sorbonne’da sosyoloji ve psikoloji eğitimi alan Mourad, 15 yıl boyunca muhtelif dergi ve gazetelerde yer alıyor. Bir muhabir olarak Bangladeş’ten İran’a, Pakistan’dan Etiyopya’ya farklı coğrafyalara seyahat ediyor. Belleğindeki birikimi kaleme almaya ise önce kendi ailesinden başlıyor. 1987 yılında ilk kitabı “De la part de la princesse morte”, Saraydan Sürgüne’yi kaleme alıyor. Murad, hiç tanımadığı annesi Selma Sultan’ın hikâyesini konu ediniyor. Roman, henüz küçük bir çocuk olan Selma Sultan’ın annesi V. Murad’ın kızı Hatice Sultan’a dedesinin kardeşi Sultan II. Abdülhamid’in öldüğünü haber vermesiyle başlıyor. Tarihi olayları hanedanın içerisinden bir bakış açısı ile anlatan romanda, aile bağları ve ülke yönetimi arasındaki pamuk ipliğini gözler önüne seriyor. Tüm zorlu şartlara rağmen güçlü görünmeye çalışan bir imparatorluk ailesi, saltanatın kaldırılması ve sürgün… Hanedanın minik sultanı Selma, Lübnan’da “yamalı çoraplı prenses” oluyor. Annesi Selma Sultan’ın hikâyesinin bittiği yerde, Kenize’nin hikâyesi başlıyor. Murad’ın 1998 yılında sürgündeki aile hikâyesinin ikinci kuşağını -dolayısıyla kendini- anlattığı ikinci kitabı “Le Jardin de Badalpur”, Badalpur Bahçesi aynı zamanda sürgünde doğan/yetişen tüm hanedan mensuplarının ortak yarasına odaklanıyor: Batı ve Doğu arasındaki kimlik problemlerine. Başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa’da iki romanıyla büyük bir yankı uyandıran Mourad, üçüncü kitabında Doğunun masalsı geçmişini bir kenara bırakıyor. 15 yıllık Orta Doğu muhabirliği tecrübeleriyle yola çıkıyor ve soluğu Filistin’de alıyor. En uzun huzur ve barış dönemini atalarının hüküm sürdüğü yıllar olan Filistin’de İsrail işgalinin günlük hayata nasıl yansıdığını izliyor. Halktan insanlarla konuşan ve her iki tarafı da dinleyen Mourad, dört ay sonunda edindiği izlenimlerini Toprağımızın Kokusu - Filistin ve İsrail’in Sesleri kitabında anlatıyor. Romancı duyarlılığını gazetecilik deneyimiyle birleştirip ortaya çıkardığı çalışma, çatışmanın gerçek kurbanlarının sesleriyle ilk kez bu kadar gerçek ve çıplak olarak su yüzüne çıkarıyor. Evi üç kez yerle bir edilen bir Filistinli, Filistinliler için mücadele eden İsrailli bir komite ve yöneticisi, bebeğini kocasından uzakta doğurmak zorunda kalan Kudüslü bir kadın, 18. yaşını yapayalnız kutlamak zorunda bırakılan hevesli bir genç, güzel sanatlar okumak için ailesinden ayrılan ve ailesi ile yalnızca telefonla görüşebilen ressam Yusuf, tenefüs zili çalmasıyla okul bahçelerinde patlayan bomba ile karşılaşması muhtemel yüzlerce çocuk… Kenize Mourad, dinlediği anıları aktarırken şaşkınlıktan zaman zaman mimiklerini tutamadığını da satırlara ekliyor. Filistinliler ona anlattıklarının uydurma değil gerçek olduğunu hesaplamak için tarihi, mahkeme kararlarını, haberleri şahit gösteriyorlar. Oysa Mourad Filistinlilere değil, bir milletin bu kadar zalimleşebileceğine inanamıyor. Mourad, anılarında yer verdiği Filistinlileri korumak için bir çoğunun adını ve yer isimlerini değiştirmiş. Oysa Filistinlilerin böyle bir çekincesi olmadığını kitabının önsözünde şu cümlelerle ifade ediyor: “Filistinlilerle yaptığım görüşmelerde, bana hikâyelerini anlatan insanları korumak amacıyla, kişi ve yer adlarının çoğunu değiştirdim. Bazen bunu yaptığımda, bana buna gerek olmadığını, yaşamlarının zaten ölümden farksız denilebilecek kadar çekilmez olduğunu söylediler.” Toprağımızın Kokusu - Filistin ve İsrail’in Sesleri kitabından sonra tüm Fransız basını tarafından görmezden gelinse de Mourad, elindeki kalemi bırakmıyor. Köklerine saygıyla bu kez yönünü annesinin kökeninden babasının kökenine çeviriyor ve Hint Racası babasının ülkesinden güçlü bir kadının hikâyesini anlatmaya koyuluyor. Kuzey Hindistan’daki Awadh Krallığı’nın Begüm Hazret Mahal’in az bilinen hikâyesini konu ettiği Begüm - Bir Devrimin Ruhu romanında İngiliz işgaline karşı 1857 yılında gerçekleşen ve Begüm’ün bizzat başını çektiği Sipahi Ayaklanması’nı anlatırken bugünün dünyasına da göz ardı edilemeyecek göndermelerde bulunuyor. Mourad’ın Everest Yayınları arasından okuyucu ile buluşan son kitabı ise “Au Pays des Purs” Pak İnsanlar Ülkesi. Kurgusuyla bu kez okuyucularını Pakistan’a götüren Mourad, sarsıcı bir aşk romanına imza atıyor. Tarihi anlatılardan sıyrılarak günümüze odaklanan bu hikâyede kendisi gibi Fransız bir gazeteci olan Anne, nükleer güce sahip tek Müslüman ülke olan Pakistan’da bir araştırma yürütüyor. Roman ayrıca Pakistan’da bulunan farklı taraflar üzerinden küçük liman şehri Gwadar etrafında, Çin ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanan gerilimi de konu ediniyor. Yazar Özgür Aras Tüfek’e çocuk edebiyatı ile ilgili sorularımızı yönelttik. Tüfek, hayatı anlama yolunda bocalayan, kendisini salyangoz sanan bir sümüklü böceğin yolculuğunu anlattığı Evsiz Ben’in Hikâyesi ile ilgili olarak “Hepimiz aslında içine düşüverdiğimiz yeryüzünde evimizi arıyoruz. Benim evim; okuduğum, yazdığım, anlattığım ve yaşadığım hikâyelerdir” diyor.
2024 - © - erkanhaberajansi.com